Kentleşme ve Alevilik

KENTLEŞME VE ALEVİLİK

            Alevilik bir yaşamsal olgudur. Bu yaşamsal olgu Aleviliği yani Alevi inanç ve kültürüne sahip olan insanın içinde bulunduğu koşullara göre inancını ve kültürünü düzenlemesi anlamına gelmektedir. Alevi topluluklar, yüzyıllardır siyasal ve sos yo-ekonomik nedenlerle kapalı bir cemaat yaşamı sürdüler, inançları nedeniyle çeşitli iftiralara maruz bırakıldılar, merkezi iktidar ile ilişkileri sınırlı düzeyde kaldı. Bu şekilde hem maddi hem manevi anlamda iktidarın sağladığı hizmetler ve olanaklardan mahrum kaldılar. Bu mahrumiyet Alevilerin hem ekonomik hem siyasal kayıplarını beraberinde getirmiştir.

            Anadolu’da önemli bir nüfus oranına sahip olmalarına karşın karar alıcı mekanizmalarda yer alamadılar. Bu durum yüzyıllar boyunca sürdü ve kendilerine şüphe ile bakan ve Rafızi (sapkın) olarak görenlerce idare edildiler.

Alevilerin bugün de yaşadıkları sorunun en önemli kaynaklarından biri kırsallık olgusunun yüzyıllara yayılan ağırlığıdır. Kırsallık çemberinin kırılarak Alevilerin kentlerde veya karar alıcı mekanizmalarda varolmalarının tarihi oldukça yenidir. İşte bu yeni durumdan dolayı çeşitli konular sık sık gündeme gelmekte, daha önce konuşulması olanaksız bir çok tabu televizyonlarda, radyolarda, yazılı basında ve halk arasında tartışılabilmektedir.

Kapalı bir toplum olarak kırsal kesimlerde yaşamını sürdüren Alevi toplumu diğer taraftan inançsal ve yaşamsal kurallarını da kendi içerisinde oluşturmaya başladı. Eklentik bir inanç yapısına sahip olan Aleviliğin oluşan mevcut duruma karşı kendi kurallarını oluşturması çok da zor olmadı. Bir taraftan zaten göçebe toplum yapısına uygun olan inançsal sistemini zaman içerisinde yeniden düzenleyen Alevilik diğer taraftan baskıcı müdahale yüzünden oluşan kapalı toplum düzenine göre de yaşamsal kurallarını oluşturdu ve bu kuralları inançsal temellerinin içerisine soktur.

Devletin yargılama sistemini kabul etmeyen Alevi toplumu kendi yargılama sistemini getirdi, Gizlenme ihtiyacı nedeniyle ser verip sır vermeme düsturunu geliştirdi. Bu ve buna benzer uygulamalarla toplumsal varlığını merkezi otoriteden kopuk bir şekilde yürütebildi.

Bilindiği üzere yaşanan kırdan göç olgusu, kırda yaşayan her topluluğun olduğu gibi Alevilerin de 1950’ler 1960’larda başlayarak yurtiçindeki büyük kentlere ve yurtdışındaki sanayi merkezlerine göç etmelerine yol açtı.

          Türkiye’deki büyük kentlere ve Avrupa’daki kentlere göç Aleviler bakımından birçok değişiklik ve yenilikleri ve sorunları da beraberinde getirdi.

          Kırdaki büyük ölçüde tarımsal ve ev ekonomisine dayalı yapının kırılması, ekonomik açıdan birikim sağlayabilme, Daha önce olmayan bir düzeyde farklı inanç ve kültür toplulukları ile karşılaşma, her alanda alışverişte bulunma, Kentlerde eğitim alanından azami düzeyde yararlanmaya çalışma, eğitim düzeyinde yükselme, 1960’lardan itibaren özellikle köy dernekleri ve Hacı Bektaş Dernekleri şeklinde başlayan dernekleşme ve Birlik Partisi ile başlayan siyasete yönelik faaliyetlerde bulunma, Diğer gelişmelerle de bağlı olan basın yayın organları kurma, kitap yayınlama şeklinde özetleyebileceğimiz yaşamsal yenilikler kentleşme süreciyle birlikte Alevilerin tanıştığı değerlerdir.

         Kente göçen Alevi toplumu diğer topluluklara nazaran daha fakir bir şekilde kente gelmiştir. İlk önceleri mevsimlik işçi olarak çalışılmaya başlanmış ve daha sonraları aileler ile birlikte yerleşilmiştir. Bu yerleşmeler zaten belirli bir birikime sahip olmayan Alevi toplumunun kentlerin taşra veya varoş mahalleleri de diye adlandırılan ve göçlerle birlikte oluşan gecekondu mahallerine olmuştur. İlk zamanlar bu gecekondu mahallerine yine kendi akrabaları ve köylüleri ile birlikte koloni halinde göç edilmiş, sonradan gelenlerde bunların yanlarına yerleşmişlerdir.

         İlk defa değişik ve kendileri dışında üstelik de kendilerini hakaret kabul edilen tariflerle tanıyan insanlarla birlikte yaşamda buralarda başlamıştır.

         Kırsal kesimden kente gelmenin getirdiği tüm sorunları yaşayan toplulukların haricinde Alevi toplumunun kendi özel yapısından dolayı yaşadığı sıkıntılar da had safhalara ulaşmıştır.

         Kente göçle birlikte inancı ve kimliği reddedilen hatta hor görülen Alevi insanı bu hor gören  toplulukla komşuluk etmeye ve çoğu zaman da bu insanların sahibi ya da amiri olduğu işletmelerde çalışmaya başlamıştır.

         O dönemlerde katliam korkusunu sürekli içerisinde yaşayan Alevi insanı kimliğini gizlemiş ve ortaya çıkmaması için de gayret sarf etmeye hatta yüzüne karşı söylenen hakaretleri onaylamaya mecbur kalmıştır.

         Ramazan ayında komşusu Alevi olduğunu anlamasın diye sahura kalkılmış ve ışıklar yakılarak geri yatılmıştır. İftarda sanki iftar yapıyormuş gibi evlere çekilmiştir.

         Ramazan bayramında ve Kurban bayramında komşularla birlikte mahallenin camisinde bayram namazları kılınmıştır.

        Alevilerin temel inançlarından birisi olan cem ibadeti olanca gizliliğiyle küçücük odalarda yapılmaya çalışılmıştır.

        Alevi insanlarının cenazeleri camilerde bekletilmiş, o dönemde soğutmada kullanılan dolapların fişleri çekilmiştir.

        Cenazenin Alevi insanına ait olduğunu anlayan görevli tarafından Alevi Cenazelerine hakaret kabul edilecek uygulamalar yapılmıştır.

        1980 öncesinin sol akımı içerisinde aktif bir şekilde yer alan Alevi gençleri tarafından da Alevilik tanınmadığı için şovennistlik olarak değerlendirilmiş ve Alevi Dedeleri bizzat Alevi gençleri tarafından “sömürücü” ilan edilmişlerdir.

        Okula giden Alevi çocuğu orada aldığı Sünni ve şeriatçı eğitile birlikte ailesinden uzaklaşmış hatta annesinin dahi elini günah diye tutmamaya başlamıştır.

        Kentlerde yaşanan bu olumsuz süreç 12 Eylül darbesinin silindir gibi üzerinden geçmesiyle ve Alevilere yönelik asimilasyon sürecinin hızlanmasıyla yeni bir ivme kazanmıştır.

        12 Eylül ve Sovyetler Birliğinin dağılması sonucunda gelişen süreç ve yeni dengelerle birlikte bir Alevi bilinci oluşmaya başlamıştır. 2 Temmuz sonrasında Kentlerdeki Alevi örgütlenmeleri hızlanmaya başlamıştır. İlk önceleri Dernek – Vakıf şeklinde örgütlenen Alevi kitlesi bulunduğu mahallelere cem evleri yapmaya ve buraları bir İnanç ve Kültür Merkezleri haline getirmeye başlamıştır.

        Artık kentlerdeki bu Cem evleri geleneksel Aleviliğin kentleşen ve değişen çehresinin en belirgin göstergeleri olmuşlardır. Alevilerce kurulan dernekler ve vakıfların çalışmalarıyla eski Bektaşi Tekkeleri’nin Cem Kültür merkezlerine dönüşmesinin yanı sıra yeni mekânlar da yapılmıştır.

        Aleviler bu Cem Kültür merkezlerini inanç merkezleri olarak görmekte ve artık dinsel ibadetler, cenaze işleri ve saz/semah kursları gibi Aleviliğin önemli kültürel unsurları da Cem evlerinde yapılmaktadır. Bu Cem Kültür merkezlerinde dinsel hizmetleri görmek üzere gönüllü veya maaşlı olarak görev yapan Dedeler ve cenaze hizmetlerini yerine getiren Alevi hocalar da bulunmaktadır. Bazıları inşaat aşamasında olan bu kurumların en büyük problemi nitelikli insan gücü eksikliğidir. Dergahların ve cem evlerinin dinsel ve kültürel hizmetlerinde görev alacak Dedeler, saz/semah kurs hocaları ve diğer hizmet sahipleri bulmak ve yetiştirmek konusunda büyük sorunları vardır.

        Cem evleri konusunun esas olarak Alevilik konusunun da gündeme gelmesine paralel olarak 1990’ların başlarından itibaren gündeme geldiğini görüyoruz. Daha önce köylerde cemler ya belli evlerin uygun odalarında yapılabilirdi veya bazı köylerde de “Cem damı” ve “Cem evi” olarak da adlandırılan büyük bir odada yapılırdı. Kentlere göç ettikten sonra da Alevilerin inançları ve inanç kurumları Sünnilik gibi resmi himayeye sahip olmadığı için ilk zamanlarda inanç hizmetlerini yürütmek, cem evleri yapmak olanaklı olmamıştı. Son on yıllık süreçte bu mekânlar kurulmaya başlandı.

        Cem evlerinden rahatsız olan çevreler veya amaçları dahilinde kullanmak isteyenler doğal olarak bu kurumların imajının kamuoyunda zedelenmesine yol açmışlardır.

Bunları bunları maddeler halinde ele alırsak 1. Siyasiler, 2. Çeşitli ideolojik örgütler,

  1. Hemşerilik grupları, 4. Yazılı ve görsel medyadaki kimi çevreler olarak özetleyebiliriz.

         Bu imaj zedelenmesi olayında Cem evlerine karşı olan lobi de şüphesiz baş rolü oynuyor. Şimdi sırasıyla bunları inceleyelim.

         Siyasiler: Gerek çeşitli partilere mensup siyasiler, gerekse bürokratik çevreler zaman zaman Cem evlerinin yöneticileri ile bağlantı kurarak özellikle seçim zamanlarına yönelik oy hesapları yapmaktadırlar.

         Çeşitli ideolojik akımlar, örgütler: Bu da oldukça sıkıntılı bir konu. Genelde bu tür konularda yazılar yazılmıyor. Çeşitli örgütler Cem evlerini kendi amaçları için kullanmaya çalışıyor. Özellikle İstanbul Gazi Cem evi gibi bazı cem evleri bu durumdan en fazla sıkıntı çeken kurumlar arasında. Bu tür olaylar Cem evlerinin haklı taleplerini ve yasallaşma süreçlerini de olumsuz yönde etkiliyor. Halbuki bu mekanların Alevilikteki yeri belli. Bu kutsal mekanlar şu yada bu örgütün, partinin veya ideolojinin arka bahçesi olarak kullanılamaz ve kullanılmamalıdır da.

         Hemşerilik Grupları: Dernek, vakıf ve Cem evlerinde zaman zaman gözlemlediğimiz bir diğer sıkıntı da, belli çevrelerin belli derneklerdeki gruplaşmalarıdır. Hem Türkiye’deki hem de Avrupa’daki derneklerde görülen bu gruplaşmalar çeşitli eleştirilere ve bazı insanların dışlanmalarına yol açıyor. Örneğin bir dernekte sadece doğulular veya batılılar veya herhangi bir ilden gelenler ağırlıktaysa diğer üyeler o kurumda kendilerinin temsil edilmedikleri ve dışlandıkları hissine kapılıyorlar. Bu durum zaman zaman yıpratıcı suçlamaları, çekişmeleri gündeme getirebiliyor. Bu konudaki sıkıntıları gidermenin yegane yolu bu tür hizmet kurumların üye ve yönetici yelpazesini oldukça geniş tutmaktan geçer. Bu şekilde o kurumun toplum karşısındaki konumu da zedelenmemiş olur.

         Yazılı ve görsel basındaki kimi çevreler: Devlet, üniversiteler ve bilim çevrelerinde olduğu gibi medyada da Alevilik ve onunla ilintili konular ne yazık ki anlaşılmış değildir. Kimi bilinçsiz kimi de bilinçli olarak yanlış bilgileri topluma yansıtmaktadırlar. Medyanın konuya ilgisi toplumu bilgilendirmekten çok tümüyle tiraj kaygısına dayanmaktadır.

         Kentlerde Cem Evleri etrafında oluşan Aleviliğin doğru anlatılması ve doğru uygulanabilmesi için Cem Evi yöneticilerimizin eğitim düzeyleri de başta gelen sorunlardandır. Cem Evleri ve Alevi örgütlerinde yöneticilik yapan kişilerin akademik olarak bir eğitimden geçmiş olmasını beklemek ne derece doğru yada böyle bir şey ne derece mümkün olur bilemeyiz ama , Cem Evi ve Alevi örgüt yöneticilerinin Aleviliği nasıl algıladıkları ve topluma nasıl sundukları çok önemlidir. Bugün özellikle büyük kentlerde bulunan Cem Evleri Alevi toplumunun dışa açılan bir aynası durumundadır. İstanbul da yaptığımız tespitlere göre geren yurt içinden olan kendi vatandaşlarımız gerekse de yurt dışından gelen yabancı konuklar-araştırmacılar Cem Evlerine gelmekte ve burada bulunan Dede ve Örgüt yöneticilerinden Alevilikle ilgili bilgiler almaktadırlar.

         Gözlemlerimize göre Cem Evleri yöneticileri ve Dedeleri bu konularda yetersiz olup gelen insanları da yanlış bilgilendirmektedirler.

         Kentleşme sürecinde dini ve benzeri eğitim alan Alevi gencine Alevilik ikna edici bir şekilde anlatılamamakta ve bu tür Alevi gençlerinin kafasındaki soru işaretleri giderilememektedir. Sünni öğreticiler tarafından eğitim alan Alevi gencine “Biz öz Müslümansız ama Hz. Ali’ yi Camide öldürdüler, ona camilerde küfür ettiler bu yüzden biz camiye gitmeyiz” şeklindeki cevaplar pek mantıklı ve ikna edici gelmiyor ve o çocuklar Şii liğe kayıyorlar. Bir çok Cem Evimiz de zaten verdiği kuran kursları ile bu süreci körüklüyorlar. (Bu belirttiklerimiz Cem Evlerimizdeki gözlemlerimizin rapora yansımasıdır.)

         Kentleşme sürecinde  gerek Cem Evleri bünyesinde bulunan gerekse de cem evi dışındaki Dedelerimiz kendilerini Sünni hoca ve imamlara kanıtlama gayreti içerisinde olup, sürekli kuran okumakta ve anlatımlarını kuran ayetleri ile destekledikleri zaman kendilerini dinleyenlerin onun çok bilgili bir Dede olduğu kanısına varıldığını zannetmektedirler.

         Diğer tarafından kentte oluşan Alevilik kırsal kesimdeki baskının aksine rahat bir ortama ve konuşulmaya başlandıkça daha fazla ve üstelik bu kez bizzat Aleviler tarafından asimle edilmektedir. Bunun bilinçli olarak yapıldığını söyleyemeyiz, fakat çoğu kez Cem Evine gelen Sünni kaymakamına , Cem Evine gelen Sünni Cami Hocasına, Valisine, Emniyet müdürüne, mahallesindeki komşusuna ayıp olmasın düşüncesi bu süreçte önemli yer tutmaktadır.

         Diğer taraftan sözlü gelenekte çok gezenin çok bildiği gerçeğinden hareketle Dedelerin sahip olduğu bilgi birikimi kuşkusuz üstündü, ancak günümüzde yetişen Alevi genci ve okuyan Alevi talibi,  Dedesini geçmiştir. Bu süreç tersine dönerek Dedeler belirli bir eğitim sürecine de tabi tutulamadıklarından toplumun gerisinde kalmış ve Alevi toplumunun inançsal taleplerine cevap verememişlerdir.

         Sonuç olarak kentleşme sürecine giren Alevilik yaşamsal olgusunun gereğini yerine getirerek mevcut şartlar dahilinde yeniden yapılanmaktadır.  Önemli olan bu yapılanma sürecinin gericiliğe doğru değil ilerici unsurlar olarak da nitelendirdiğimiz modern insan sürecinde oluşmasıdır. Bu modernleşme sürecine girmesi ve bu süreci olumlu bir şekilde tamamlayabilmesi başta Alevi Örgüt yöneticileri ve Alevi aydınlarına düşmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir