Ziyaret Yerleri

HUBYAR SULTAN ve HUBYAR ABDAL TÜRBESİ VE TEKKESİ

              Hubyar Sultan’ın doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. 13. yüz yılda yaşamıştır. Tokat-Almus Hubyar Köyünde bulunan türbenin Hubyar Sultan evlatlarında gelen ve yine Hubyar Sultan gibi bir Veli olan Hubyar Abdal’ a ait olduğu bilinmektedir. 1.Hubyar diye de adlandırdığımız Hubyar Sultan’ ın mezarının yeri konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Fakat Halk nezdinde I.Hubyar ile II.Hubyar bir olarak telafuz edilmiş ve bu türbe nezdinde her ikisine de ziyeretler ve kurbanlar sunulmuştur. Türbenin ilk olarak ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı da bilinmemektedir. Orijinal yapı sanatı tamiratlar dolayısı ile değişime uğramıştır. Hubyar Abdal’ın İstanbul’a gittiğini ve bir çok keramet gösterdiğini hatta İstanbul’da Fırına  atıldığı , çeşitli işlerle iştiğal ettiği ve tekke kurduğu söylence olarak anlatılmaktadır. Fatih döneminde Türkmenlerin İstanbul’da iskan edildiği bilinmektedir. Bu yıllarda İstanbul’da Alevilerin 5000 nüfusa sahip olduğunu kaynaklardan bilmekteyiz. Bu durumda dikkate alındığında Hubyar Abdal’ın geçici olarak İstanbul’da bulunmuş olabilir. Bilahare Osmanlı yönetimi ile Türkmenlerin çatışması sonucu tekrar Hubyar köyüne dönme ihtimal dahilindedir. Hubyar Abdal, Alevi ayaklanmalarına katıldığı için ya da Şah İsmail’i desteklediği için kendin korumak için gizlemiş olabilir.

             Tekke’de Beğdili boyu damgası vardır ki, bu da Hubyar Sultan’ın dini önderliğinin yanında Sıraç Aşireti Beyi olduğunuda göstermektedir.

             Hubyar Sultan Türbesi’nin Yeniçeri Ocağı’nın kapatıldığı dönemlerde tahribata uğrar. Bu olayı Hubyar köyünde hemen hemen herkes bilmekte ve anlatabilmektedir. Anlatılanlara göre kalabalık bir insan güruhu, Hubyar Köyü’ne güpe gündüz baskın düzenlerler, Hubyarlılara hiçbir saldırıda bulunmazlar, kalabalık  direk Türbenin hedeflendiğini ve Hubyar’ ın Türbesini çevreleyen kesme taşların kazmalarla sökülerek yıkıldığını, bu taşların öküz arabalarına yüklenerek Hubyar Köyü dışna götürüldüğü  ve bu taşlarla Okturum ile Kolköy arasına  bir cami inşa edildiği anlatılmaktadır. Bu camini de daha sonraları yıkıldığı ve taşlarının kalıntılarının halen bu köyün alt tarafında olduğu anlatılmaktadır. Bu yıkım esnasında Hubyar SultanTürbesi’nin yanında bulunan ve Hubyar’ ın torunu Hüseyin Abdal  ile oğlu Hasan Abdal’ ın türbesine dokunulmadığı anlatılmaktadır. Bu yıkım neticesinde türbenin kapalı olan kısmının açıldığı ve içeride sadece sanduka ile onu çevreleyen yıkık duvarların kaldığı anlatılmaktadır.Türbenin üzerindeki kitabeden anlaşıldığı üzere 1336 (1917) yılında Şeyh Mustafa tarafından tekrar yaptırıldığı ve yıkılarak açılan sandukanın tekrar kapatıldığı anlaşılmaktadır. Türbenin daha sonra 1955 yılında Şeyh Mehmet Temel öncülüğünde Hubyar Köylüleri ve Hubyar Taliplerinin  de desteğiyle komple bir bakımdan geçirildiği bilinmektedir. Bu bakımı Işganlı Veli Ustanın yaptığını ve kullanılan taşların ise Asarcık köyünden getirtildiği anlatılmaktadır. Bu bakımda Hubyar Köylülerinin Veli Ustaya birer koyun verdikleri anlatılmaktadır. Bu bakım ve tamirattan sonra 1982 yılında Şeyh Mehmet Temel tarafından Hubyar Taliplerinin desteğiyle Türbeye Mescit, Aşevi  ilave edilmiştir. Türbe 2000-2001 yıllarında Mustafa Temel tarafından Hubyar Taliplerinin desteğiyle ilave hizmet birimlerine kavuşmuş, türbeyi çevreleyen bazı evler yıktırılmış ve Türbenin de içinde bulunduğu yaklaşık 1000 m2 lik bir kullanım alanı kazanılmıştır. Bugün bu 1000 m2 lik kullanım alanı içerisinde İki Türbe, mescit, kurban kesme yeri, misafirhane, ocaklar, mutfak, Tuvalet bulunmaktadır.

             Türbe aslına sadık kalınarak sekizgen planlı olup kesme taştan yapılmıştır. Üst örtü duvarının devamı olarak sekizgen biçimli piramidal yapıya sahiptir. Duvar yüzeyleri büyük oranda mozaik ile kaplıdır. Dikdörtgen biçimli kesme taş lentolu girişin üzerinde sathi yarım kemer ve bu kemerin içerisinde eski Türkçe ile “Şeyh Mustafa 1336” ibaresi vardır.  Türbe içerisinde yer alan sanduka 140x290x150 cm boyutlarında ve betonarmeden yapılmıştır. Sanduka üzerinde Hafik (Koçhisar) Redif Taburunun 1331(1913) tarihli  büyük bir sancağı  örtülüdür. Bu sancakta “Koçhisar Redif Taburunun yadigarıdır 1331 “ yazısı yer almaktadır.

              Bu sancağın Hubyar Köyü taliplerinden Dündar Köyünden Eyüpgil den İsmail Çavuş’ a ait olduğu ve Askerde göstermiş olduğu üstün başarılardan dolayı bu sancağın ve bir kılıcın kendisine hediye edildiği torunları ve Hubyar Köyünün yaşlıları tarafından anlatılmaktadır. İsmail Çavuşun Sancağı Hubyar Türbesine konulması için buraya veya Türbeyle ilgilenen kişilere verdiği kılıcının ise halen İsmail Çavuşun torunlarında olduğu anlatılmakta ve bilinmektedir.

              İkici Türbe ise; Hüseyin Abdal ve oğlu Hasan Abdal’ındır. Bu türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. 1913’den sonra türbeler gerekli bakım ve onarımdan geçirilmiştir. Türbeler kare planlı olup içerden kubbe dıştan konik çatıyla örtülüdür. İç ve dış yüzeyleri tamamen betonla sıvalıdır. Türbelerin iç ve Dış yüzeylerinin tamamen sıvalı olması sebebiyle türbeyi inceleyen uzmanlar tarafından duvar dokuları hakkında ve dolayısıyla da yapının orijinal yapıları ve dönemleri hakkında bir tespit yapılamamıştır.

HUBYAR ABDAL BİRLİK CEMEVİ

              Hubyar Abdal tarafından Cemevi olarak inşa edilen binaya “birlik evi” denmektedir. Birlik Evi’nin kapı önünde tekkeşin olarak hizmet veren zatın türbesi vardır. Eskiden taş ve ahşap yapı malzemeleriyle inşa edilmiş olan bina onarım sonucu değişikliğe uğramış ve otantik hali bozulmuştur. Hubyar Abdal’ ın Köydeki evi olarak bilinmektedir. “Karadirek Cemevi” özelliklerini muhafaza eden ibadet mekanı işlevini sürdürmüştür. Evin kırlangıç yapı özelliği ve koç çengeli asılı direkleri ile işlemeli sütunları, direkleri halen hayatta bulunanlarca da hatırlanmaktadır. Bugün Mehmet Çelik ailesi tarafından kullanımda bulunan evin kapısında bulunan mezara Hubyar’ ın kurbancısı ve Hızır Ürfan evinin bekçisi denilmekte ve mezar taşında da bu kitabe bulunmaktadır.Bu evle ilgili olarak bir çok kutsal hikaye anlatılmaktadır. Evin son onarımı esnasında kapı önünde mezar olmaması gerektiğini düşünen ev sahipleri bu mezarı bulunduğu yerden sökerek başka bir yere naklettiler, fakat ruhen rahat edemeyen ve sürekli rüyalarında rahatsız edilen aile mezarı tekrar eski yerine koyarak düzelttiler. mezar halen evin önünde bulunmakta olup halk tarafından ziyaret edilmektedir.

SERSEM VE AĞAÇ KÜLTÜ

              Ağaç, İslam öncesi Türk ve Anadolu topluluklarında da kutsaldır.Ağaç, toprağın derinliklerine varan kökleriyle, gök kubbeye  doğru uzanan gövdesi ve dallarıyla, yapraklarıyla ve çiçekleriyle, meyva ve tohumlarıyla, her mevsimde kendini yenileyen özelliğiyle ve don değiştirmesiyle; insanlarda  dini duyguların  kabul edinmesine neden olmuştur.Bunun sonucu olarak da  ağaç, yaşamın  devamlılığının  sembolü  olarak benimsenmiştir.

              Avrupalı ve bazı Türk araştırmacılar  “Tahtacılar”ın  Likyalıların  torunlar olduklarını öne sürmektedirler.Yine bazı araştırmacılar Hozat’ta konuşulan lehçenin  “Hurrice” olduğunu  ileri sürmektedirler. Her iki yöredeki insanlar Alevi inancına sahip olduklarından ağaca bakış açıları da aynıdır. Maraş,Adana,İçel,Antalya, Muğla, İsparta, Burdur,Denizli, Aydın, İzmir,Manisa,Balıkesir ve Çanakkale  illerinde yaşayan Tahtacılar orman işçiliğiyle uğraşırlar.

              Tahtacılar gün doğmadan ormana varırlar.Güneşin ilk ışıklarıyla kesilecek ağaca önce niyaz ederler, af dilerler ve kesimine başlarlar.Daha sonra kestikleri ağaca   tekrar “niyaz” ve “takdis” ederler. Yaşlı kadınlar kesmek zorunda kaldıklar ağaçlar için  “ağıt” yakmaya başlarlar.Ağacın boylu-boslu, güçlü-kuvvetli, dürüst, yiğit ve erdemli ,meziyetli bir insana benzeterek ağlarlar…

               Aleviler; meşe,ardıç,sakız gibi ulu ağaçları kutsayarak ve  onların etraflarını taşlarla çevirerek  ziyaret haline dönüştürmüşlerdir. Erzincan,Malatya,Elazığ,Tunceli yörelerinde; Sakız Baba,Ardıç Dede,Çitlenbik Dede,Çınar Dede,Buğday Dede,Nohutlu Baba, Çam Baba  gibi bitki ve ağaçlara sıkça rastlamak mümkündür. Genç ağaçlar ve fideleri kesmek bir insan öldürmek kadar günahtır. Ağaç kültü; dağ ve su  unsurlarıyla birlikte telakki edilerek  “üçlü kutsallık” izafe edilir.

      Pir Sultan Abdal:

“Öt benim sarı tanburam /Senin  aslın ağaçtandır

                                     Ağaç dersem gönüllenme/Kırmızı gül ağaçtandır.”

Deyişinde  ağaca verilen önemi vurgulamaktadır.

             Hz.Muhammed’in  biat aldığı ve Müslümanlarında ikrâr verdiği  “Ridvan Ağacı”nı  Halife Ömer kestirir. Aleviler bu ağaçın kutsiyetinden  dolayı dallarını  Ayn-i Cem’lerde  dedeler “Tarık” (asa/sopa) olarak kullanmaktadırlar. “Üzerlik otu” kutsal kabul edildiğinden  Cemevi meydanı açılmadan önce, ateşe (ocağa/küre üstüne) atılarak tütsülenir ve afsunlanır. Bu cins otlara veya boyalarının renklerine ilahi bir güç yüklenmiştir.

             Tahta kılıç,gönüllülük temelinde Aleviliğe girişin ve ikna metodunun bir senbolü olmuş; tüm Alperenler bu tip bir kılıç taşımışlardır.

             Cemevi’nin tahta kapısı Hz.Muhammed’i, eşik Hz.Ali’yi yanlar Hasan ile Hüseyin’i tahta kasanın üstü atkısı da Hz.Fatıma’yı temsil eder.Yani Ahşap kapı beşleri “Ehl-i Beyt”i  senbolize ettiği için, Cemevine giriş bir seromoni gerektirmektedir.

             Gaybi Baba; varoluşculuğu  ağaçta şöyle tanımlamaktadır:

                          “Bir ağaçtır bu alem

                           Meyvası olmuş adam

                           Meyvadır maksut olan

                           Sanmaki ağaç ola”

      Ozan, Adil Ali Atalay ise ağaçlar için :

                   “Hem ısıtan hem ışıtan

                     Bir güneşe benzer ağaç

                     Hem yeşerten hem yaşatan

                     Bir kaynağa benzer ağaç”

              Sersem, Hubyar Köyünün tam karşısında dik bir yamaçta bulunan ve Kutsal bir çam ağacı ile su gözelerinin bulunduğu bir yerdir. Sersem’de bulunan çam ağacı yanık bir vaziyettedir. Gelen ziyaretçiler bu ağacın  ayakta kalmış yanık dallarına ve etrafına dikilen yeni çam ağacına yapma beşikler asmakta ve dilekler tutup çocuk istemektedirler. Bu çam ağacı eski dönemlerde (tarihi tam olarak bilinmemektedir.) birileri tarafından “Kızılbaşlar buraya tapıyor” gerekçesiyle yakılmıştır. Çamın yanık kalıntılarından çok kalın , yaşlı ve görkemli bir çam ağacı olduğu anlaşılmaktadır. Burayı Alevi-Sünni tüm çevre köylerden insanlar ziyaret etmekte ve çocuk istemiyle adaklar adamaktadır. Hatta Sünni inançlı insanlar burayı ziyaret sonrasında doğan çocuklarına Sersem ve Hubyar isimlerini koymaktadırlar. Halen de bu isimde hayatta olanlar bulunmaktadır. Hubyar – Sıraç topluluklarında ise kutsallığı bakımından kesinlikle bu isimler konulmaz.

             Sersem,  Sersem Baba olarak da adlandırılmaktadır. Sersem Baba olarak adlandırıldığı zaman sanki burada bir yatır olduğu düşünülmektedir. Fakat burada böyle bir yatır mevcut olmadığı gibi bu konuda Hubyarlılar içerisinde hiçbir söylencede yoktur. Sersem’in yıkımında Hubyar Dedelerinden  Karabeğ (Kara Hasan)  ismiyle yaşayan kişi şu deyişi söylemiştir.

 Hızır Sersem

Hubyar kendini çekti penana

Sersem kayıt oldu On iki imama

Kerbela da yatan Hüseyin gibi

Filcan kast eyledi değdi sineme

Az muratlar hep sağdılar balını

Düşünmedi Hubyar’ ın yolunu

Kafire de bildirmedi halını

Şehitlik mi geldi Hızır Serseme

Hizmetini gören bir yeşil gelin

Horasan erenleri yetişin gelin

Ha Hasan elleri yetişin gelin

Alim seni çağırıyorum bugün dar günüm

Arşeleye çıkar sersemin önü

Açılsın zülfikar sallasın kını

Alim seni çağırıyorum bugün dar günüm

Şehitlik mi geldi hızır serseme

                                        TEKELİ DAĞI (DOKUZLAR) KÜLTÜ

                    Dağ kültü, eski çağlardan buyana çeşitli  kavimler ve halklar olan bir inançtir. Eski Türkler’de Tanrı Dağı ve    Ötüken Dağı, Yahudiler’de Sina Dağı’nı, Yunanlılar’da Olympos dağı, Hintliler Himalaya Dağları, Kürtler ve Ermeniler’de Ararat Dağı, Araplar’da Arafat dağı, Moğollar’da Burhan Kaldun dağları kutsal kabul edilmiştir. Türklerde her boyun ve her oymağın kendine özgü kutsal kabul ettiği bir dağı olduğu gibi, boylar konfederasyonunda  kutsal kabul ettikleri ortak dağları vardı. İşte aynı kült geleneğini Anadolu’da da görmekteyiz.  Beğdili Sıraç toplulukları da Tekeli Dağı’nı; Tahtacılar Kaz dağlarını, Dersim Alevileri Munzur Dağlarını kutsal kabul ederler. Yer-Su kültünün en önemli kaynağı dağlar olarak kabul edilmektedir. Çünkü suyun ana kaynağı dağlar olarak görülür. İslam öncesi Türklerde dağ kültü Gök Tanrı kültüyle özdeşleşerek bir inanç halini almıştır. Türkler her yıl Gök Tanrı’ya kurbanların yüksek dağların tepelerinde sunulduğu kaynaklarından öğrenmekteyiz. Eski Türkler, ulu dağların tepelerini Gök-Tanrı makamı olduğuna inanmakta idiler. Türkler dağlara kutsiyet ifade eden; mübarek, mukaddes, ata, hakan anlamlarına gelen isimler verirlerdi.

               Sıraç topluluklarının yoğun olduğu bölgenin en yüksek dağı “2643 m.”lik Tekeli dağıdır. Tekeli Dağı, Hubyarlılar tarafından “Dokuzlar” diye de isimlendirilmektedir. Bunun sebebi ise kimine göre başında dokuz adet evliya  olduğu, kimine göre de dokuz ayrı ocağın yeri olmasındandır. Ay Ali, Gün Muhammet diye inanmış olan sıraç toplulukları, bu nedenle de güneşe dualarını sunmak için ve inanışlarına göre onun binbir güçlükle doğuşunu izlemek için Dokuzlar dağına geceden çıkmaya başlarlar. Uzunca süren yolculuktan (yaklaşık 4-5 saat) sonra dokuzlar dağının zirvesine varılır ve güneşin doğuşu beklenir. Bu esnada hemen karşıda bulunan Pir Sultan’ ın mekanı Yıldız Dağına ve bölgenin yüce dağlarından olan Asmalı Dağa  niyazlar edilir. Aha niyazın Asmalı Dağ, aha niyazın Yıldız dağı denilerek işaret veya baş parmak öpülür. Dokuzlar Dağının zirvesinde sesli bir şekilde edilen dualarla ziyaretler yapılır ve güneşin doğuşu beklenir. Ve bu doğuşun kolay olması için dualar edilir. İnanışa göre güneş binbir güçlükte doğmaktadır veya güneşin doğuşunu engellemek isteyen kötü güçler bulunmaktadır. Güneşin doğmaya başlamasıyla birlikte pür dikkat gözlerini güneşe diken sıraçlar bir taraftan da ellerini açarak güneşe karşı dualarını ederler.  Güneşin doğuşu gerçekleşip belirli bir süre geçtikten sonra ateşler yakılıp kazanlar kurulur. Yanlarında getirdikleri kurbanlar kesilir, sazlar – kemaniler çalınır, semahlar dönülür, türküler söylenir kutsal dokuzlar dağının doruğunda yani 2643 m yükseklikte. Adeta şenlik ortamında pişirilen lokmalar yenilip dualar edilir. Bu ziyaretler eskilerden yayladan köye göç esnasında tüm köylülerin topluca katılımı ile yapılmakta imiş. Dokuzlar dağının hemen altında bulunan yaylalarında yazlarını geçiren Hubyarlılar. Dokuzlar dağının binbir çeşit çiçekleri ve otlarıyla besledikleri hayvanlarından aldıkları bereketli ürünlerinin karşılığı olarak ve bir dahaki yıla tekrar bereketli ürünler alabilmek için Dokuzlar dağına şükranlarını sunar kurbanlarını keserlermiş. Şimdilerde ise yazın hemen hemen iki üç günde bir kalabalık guruplar halinde hiç değişmeyen aynı inançla ve aynı heyecanla dokuzlar dağı ziyaret edilmekte, kurbanlar kesilmekte güneşin doğuşu izlenip güneşe ve yüce dağlara dualar edilmektedir.

Ulu dağlar birbirine yaslanmış

Ne güzel kurulmuş yerin Tekeli

Bozdumanlar pare pare bölünmüş

Bitmiyor dumanın karın Tekeli

Bizden önce nice beyler varımış

Yücesini bozdumanlar bürümüş

Kırcı vurmuş çiçeklerin kurumuş

Tükenmez feryadın zarın Tekeli

Otağ kursam yaylasına düzüne

Yüzüm sürsem Erenlerin izine

Hazan vurmuş çiçeklerin özüne

Kurumuş yaprağın harın Tekeli

Hubyar Sultan buralardan geçti mi?

Asapınarı’ndan bir dem içti mi?

Tozanlı’da obasına göçtü mü?

Ondan da bir haber verin Tekeli

Çetirez den esen seher yelleri

Dolaşayım sahraları çölleri

Açtı m’ola epsile’ nin gülleri

Gelenden geçenden sorun Tekeli

Aşık olan deryaları boylasın

Varsın alem ne söylerse söylesin

Kümbet Baba bize himmet eylesin

Yaralar derindir sarın Tekeli

Esti deli poyraz eyyam güz oldu

Dertlerim bir idi şimdi yüz oldu

KARAOĞLAN’ım ateş oldu köz oldu

Ozanın halini görün Tekeli

HUBYAR DEĞİRMENİ

                Hubyar’ ın kendi eliyle yaptığı, yedi koyununun sütüyle çalıştırdığı yer olarak bilinip, uzunca yıllar Hubyarlılara bereketli ürünler öğütmüştür. Günümüzde ise tamamen ziyaret amacıyla kullanılmaktadır. Hubyar Değirmeni, Hubyar’ ın türbesinden sonra  en çok ziyaret edilen ve kurban kesilen yerdir. Hubyar değirmeni tekeli dağının eteklerinden çıkan ve yine Hubyarlılarca kutsal sayılan suların birleşerek aktığı bir derenin hemen yanında  Hubyar Derviş tarafından yapılmış; yıllarca Hubyarlıların bereketli ve helal kazançlı ürünlerini un yapmakta kullanılmış. Hubyar değirmenin  bulunduğu bölge  tüm tekeli dağı gibi yaz aylarında seyrine doyum olmayan güzellikler içerisinde olup bölgeye has bin bir türlü çiçeklerin açtığı hemen yanında soğuk suların aktığı, değirmeni de besleyen derede küçük şelalelerin oluştuğu bir cazibe merkezi durumundadır. Fakat Hubyarlılar için en önemlisi buranın güzellikleri yanında kutsallığıdır. Buraya kurban kesmek, lokma yemek, semah dönmek , saz çalmak , buranın suyundan  içmek müthiş bir huzur vermektedir tüm ziyaretçilere. Kurban kesecek olan kişi önceden tüm eş dost, komşu ve akrabalarını davet eder.  Kurbanın kesileceği gün  kurbana geleceklerle beraber , özene bezene süslediği kurbanlık koçu,  kazanı, odunu , ekmek sacı v.b. ihtiyaç maddeleri ile sabahın erken saatinde yola koyulur, Dualarla,  yakarışlarla ve geçtikleri yerlerdeki kutsal yerlere niyaz ederek varırlar değirmene. Ziyaretlerini yaparlar kutsal kabul edilen sudan sabah çaylarını yaparlar evden getirdikleri lokmalarını atıştırırlar tadına doyamadıkları çaylarıyla.

              Kurban sahipleri hizmete başlar kadınlar ateşi yakıp işkefe yapacakları sacı kurarlar. Erkekler kurbanı hazırlar keser , yüzerler. Bir taraftan kurban pişerken diğer taraftan Aşık alır eline sazı, türküler söylenir, Gelinler kızlar ve genç delikanlılar Hubyar aşkına semahlarını dönerler. Kurban hazır olduğunda , kurban sahibinin ve akrabalarının hizmetiyle lokmalar dağıtılır. Dedenin duası alınır. soğuk suyun başında kurbanlar yenir .

             Tekrar sazlar çalınır semahlar dönülür, deyişler duvaz imamlar söylenir. Hoş sohbet ve muhabbetler edilir. Dönme vakti geldiğinde kimi tekeli yaylasından kimi geldiği yoldan niyazını ederek, Hubyar’a şükranlarını sunarak bol kazanç , ve bereket dileyerek ayrılırlar Hubyar değirmeninden.

Tekelide değirmenin dönüyor

Abu Hayat Soğuk suyun eniyor

Üstünde üç derviş semah dönüyor

Seyrangahtan gelen Derviş Hubuyar

GÜRGENÇUKURU VE ORMAN KÜLTÜ

              Orman kültü, İslam öncesi Türk kavimlerinde  önemli bir inanç motifidir. Türk destanları, masalları ve efsaneleri ile evliya menkıbelerinde orman  ve ağaç  kültün izleriyle doludur.

              Türk boylarının kökenleri  hakkındaki mitolojilerde  ağacın önemli bir yere sahip olduğunu müşahade etmekteyiz.Göktürkler ve Uygurlar’da “Ötüken Ormanları”nın kutsal kabul edilmektedir.Ulu ağaçları kutsal kabul eden eski Türkler;  adak kurbanlarını bu ağaçların yanında kestikleri, yağmur dualarını ağaç diplerinde yaptıklarını kaynaklardan bilmekteyiz.

              Hubyar Çukuru’da Sıraçlar tarfından kutsal kabul edilen ormanlık bir arazidir.

              Gürgen Çukuru Hubyar köyüne girişte bir ormanlık alandır. Burası Hubyar’ ın ilk konakladığı ve tarım yaptığı yer olarak bilinir. Hubyarlılar, Gürgen Çukurun’da yeri olmayanın Hubyar’ ın öz evladı olmadığını kabul eder. Gürgen Çukuru ormanı ve toprağı tüm Hubyarlılar tarafından kutsal kabul edilir. Bu araziye girişte ve çıkışta niyaz edilir. Burada Hubyar’ ın ilk konakladığı yer olan bir bölge bulunmaktadır. Şu an taş yığınlarının bulunduğu yerin Hubyarın evinin kalıntıları olduğu düşünülmektedir. Burası giriş kapısı denilerek ziyaret edilmektedir. Gürgen Çukurunun Hubyar tarihinde çok önemli bir yeri vardır.Burası Hubyar’ ın ilk yerleştiği yer , tarım yapıp geçimini sağladığı yerdir. Hubyarla ilgili  arşiv belgelerinde konu olan yer hep Gürgençukurudur.  “Gürgençukuru Hubyar Derviş’in elindedir. Bu zât-ı muhterem, baltası ile yer açıp, Allah rızası için bir tekye inşa etmiş, 30 kilelik yerdir. Gerisi ise belirtilmiş olduğu gibi tekyelik üzere ve yasal belgelerle tescilli olup, adı geçen Hubyar Derviş’in mülküdür. Denilmektedir.

Gürgen çukurunda poyrazlı kışlı

Şurda bir derviş var gözleri yaşlı

Altı demir kırat Ali de Yoldaşlı

Seyrangahtan gelen Derviş Hubuyar

(….)

Gürgen çukuruna çok emek verdi

İbadet eyledi çiftini sürdü

Mümin kullar için bu yolu kurdu

Meylini irfana verdi Hubyar

ARGULU BABA

Argulu Baba, Hubyar Köyüne girişte bir yerdir. Hubyar’ ın torunun oğlu olan Kenan Şeyh’in ve Argulu Baba’nın da türbesinin bulunduğu yerdir,  tüm Hubyarlılar tarafından kutsal kabul edilmektedir. Burası eskilerde Hubyar Köyü’nde yapılan düğünlerde gelin in düğün sabahı atıyla birlikte ziyaret ettirilirdi.

KILIÇKESEN VE KAYA KÜLTÜ

                 Tabiat kültüne bağlı inanç sistemi içinde bir takım özgün büyük taşların ve kayaların  kutsallığına inanılmaktadır. Eski Türk boylarında yaygın olan inanca göre, Gök-Tanrı Türklerin ilk  atasına “yada” denilen sihirli  bir dilek taş armağan etmiştir.Bu uğurlu taşla istediği zaman yağmur ve karyağdırır, dilekler yerine gelir.

                 Türk Mitolojisinde taşlar ve kayaların çeşitli evliya menkıbelerinin meydana gelmesinde de önemli rol oynadıkları görülmektedir. Oğuzlar’ın “Kutlu Dağ” adını verdikleri kaya kütlesine saygı gösterdikleri bilinmektedir. Ayrıca, Oğuzların debisi güçlü olan bir pınarın yanındaki kayaya secde ettiklerini kaynaklardan  bil mekteyiz. Dersim Alevileri de kayalara secde ile niyaz etmektedirler. Alevilerdeki kaya inancı motifi eski Türk geleneğinden kaynaklanmaktadır.

                 Kılıçkesen Kayası, Gürgen Çukuru’nun  hemen bitimindedir. Ortadan ikiye ayrılmış büyük bir taş dır. Rivayete göre Hubyar Derviş İstanbul’a giderken elindeki tahta  kılıcını taşa vurmuş fakat taşı kesememiş tekrar denemiş yine kesememiş. ” Ne hata ettik?” diye düşünmüş ve aklına eşi Gönül Ana’ nın rızalığını almadığı, onunla dargın ayrıldığı gelmiş. Tekrar köye dönmüş ve Gönül Ana ile helalleşmiş , yeniden yola koyulmuş . Taşın yanına gelince  kılıcını çıkartmış ve bir darbede taşı ikiye ayırmış. Bugün, Hubyar’ a giderken yol üzerinde bulunan taşta iki kılıç darbesinin izi ve ikiye ayrılan taş bulunmaktadır. Hubyarlılar tarafından kutsal kabul eden kayaya niyaz edilmeden geçilmez.

√İnsanlara ve hayvanlara yapılmış olan her türlü büyü ve sihirlerin bozulması için, mum yakılır. Büyülü olanların saçından bir tutam burada yakılarak rüzgar savrulur ki sihri alıp götürsün.

√ Nevruzda ve  İlkbaharda ilk gök gürlemesi olduğu zaman, siyatik, romatizma gibi  sızısı ve ağrısı olanlar Kılıçkesen gelerek ağrıyan uzuvlarını dua ederek taşa sürerler.

√Hayvanların hastalık için çivher toprağı tuzlu suya karıştırılarak içirilir.

√ Cilt hastalığı olanlar topraktan bir parça alarak su ile karıştırark  yara olan kısma yedi veya oniki gün sürerler.

DERMAĞU DEDE

                 Dermağu  Dede’nin türbesi Hubyar Köyü’nün içinde bulumaktadır.Türbenin Dermağu adında bir ulu tabib zata ait  olduğu söylenmektedir. Ne zaman yaşadığı bilinmemektedir. Lokman Hekim gibi bir görevi üstlenmiş olan Demağu Dede; her türlü yarayı tedavi etmiştir. Hakk yürüdükten sonrada mezarı kutsanarak türbe haline dönüştürülmüştür. Ziyaretçiler tarafından toprağı cöher denilerek alınır ve geldikleri yerlerdeki hastalara götürülür. Çıvherin   dermansız bazı yaraları iyileştirdiğine inanılır. Dermağu Dede’ nin mezarı Mehmet ÜNAL tarafından yeniden yaptırılmıştır.

ÖKSÜRÜK DEDE

                Öksürük Dede, Sersem ziyaretgahı yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu mekanı ziyaret edenlerin; çeşitli akçiğer ve öksürük hastalığının iyi ettiğine inanılmaktadır. Hubyar Köyü’nden çok uzak bir Alevi köy olan; Malatya’ın Arapgir ilçesine bağlı Onar Köyü’de de “Öksürük Deliği” ziyareti vardır ki aynı işlevi gördüğüne inanılmaktadır.  Bayat boyundan olan Onar Köylüleri ile Beğdili boyundan olan Hubyar köylüleri; eski Türk inanç sistemini yaşatan önemli birer inanç merkezleridir.

SU KÜLTÜ VE GÖZ CÖFERLİĞİ

                Göz Cöferliği; Hubyar Köyü’nün üst tarafındadır. Buradan çıkan su çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanılmaktadır. Özellikle de göz hastalıklarını tedavi ettiğine inanılır. Çeşmenin suyundan içilip gözlere sürülür. Hasta hayvanlara buranın suyundan içildiğinde iyi geldiği söylenmektedir. Bu su ile yıkanıldığında sedef ve uyuz gibi cilt hastalıklarının iyi geldiğine inanılır.

                Eski Türkler göçer oldukları için kendileri ve hayvanları için su önemli bir unsur olmuştur. Türk kültür tarihinde “Su Kültü” önemli bir yer tutar. Gök Türkler ve Uygurlar  sürüleri yaylaklara çıktıklarında;  ırmak kaynağı pınarlar başlarında, Gök-Tanrı’ya, Atalarına, Tabiat güçlerine  kurban  kurbanlar keserek ayinler düzenlerdi.

                Anadolu’daki bir çok  Türk topluluklarında ve Sıraçlarda “su kültü”nün şekil değiştirerek İslami motif olarak devam ettiğini görmekteyiz. Dede bir tas suya dua okur ve bu sudan inanarak içen kişinin hastalığın geçeceğine inanılır. Hubyar Köyü gibi bir inanç merkezi olan

                Banaz köyü’nde bulunan Pir Sultan Abdal çeşmesinden akan su, Hacı Bektaş’taki Aslanlı çeşmeden akan su, Alevi ve Bektaşilerce kutsal kabul edilmektedir. Ayrıca, ocakzade ailelerin okudukları sular, pirlerin okuyup parmağını batırdığı su, türbe ve tekkelerin çeşmeleri birer şifa kaynağı olarak kabul edilir.

                Su kutsal kabul edildiği için, Alevi toplumu suya ilişkin şunlara inanırlar ve davranışsal önlemleri almışlardır:

√Akan suya sövüzmez, kirletilmez, işenmez.

√Kötü bir rüya gören kişi, rüyasını akar suya anlatarak götürmesini sağlatır.

√Rüyasında duru pak su gören ferah olur.

√Rüyasında kirli su gören sıkıntıya düşer.

√ Küllüğe ve Ahbınlığa su dökülmesi iyi sayılmaz.

√Coşkulu akan suya sıtk ile bakan kişi günahlarından arınır.

√Cem törenlerindeki Saka Su’dan içen kişi derman bulur.

√ Ölü günahlarından arınması için yunar.

√ Bir Pınara kurban adamak boluk ve bereket getirir.

√Doğum sancısı olan kadının sancısının dinmesi için yanına getirilen bir kap suya bıçak vurulur.

√ Çeşmeye mum yakmak, suyun nuru ile ateşin nuru birleştiği için yakan kişide su gibi aziz ışık gibi aydınlık olur.

HUBYAR’IN YEDİ KIZININ TÜRBESİ

             Hubyar’ın yedi kızının türbesinin bulunduğu yer kutsal sayılmaktadır. Hubyar Köyü mezarlığının içinde bulunmaktadır. Türbeye çobanlar sürülerini kurttan, uğrulardan koruması ve hayvanların sağlıklı yavru ile süt vermesi için değneklerini buraya koymaktadırlar. Çoban değeneği; sürüleri, malları korumanın ve kollamanın simgesidir. Yani değenek yedi kızlara emanet edilir ve onlar hayvanları korur ve bereket getirir.Bu gelenek Orta-Asya göçer-çoban toplumlarından gelen bir külttür. Eski Türklerine göre, (Tanrı) “Ülgen”in 7 ya da 9 oğlu, 9 kızı ve nihayet birtakım yardımcı ruhları vardır. İşte, Hubyar Sultan’ında 7 kızı aynı işleve sahibtir. Sıraçlarda kadın mezar taşları baş kısımları yarım ay şeklindedir. Mezar taşları ölen kadın ve kızın güzeliğine ve variyatına uygun olarak işlenir ve renga renk boyanır.

 HUBYAR SULTAN’IN YEDİ KOYUNUNUN SAKLANDIĞI MEKAN

             İslami bir motifte olan Mağara kültünde Hz.Muhammed’e Vahy bir mağarada gelmiştir. Ve yine bir mağara da saklanmıştır. Çoban ve göçebe Türkmen topluluklarında mağaralar ve dağlardaki oyuklar kutsal kabul edilerek “korunak” olarak kullanılmışlardır. Yasak olduğu dönemlerde Hirıstıyanlar ibadetlerini gizli olarak mağaralarda eda etmişlerdir.
Hubyar’ın yedi koyununu sakladığı yer olarak bilinen, kayalara oyulmuş; Büyüklüğü 1 m2 civarında bir mekandır. Göçebe bir topluluk olan Sıraçlar’da sembol olarak, sürüyü koruyan yedi koyunun saklandığı oyukta kutsanmıştır. Ayrıca yedi rakamıda Alevilerce kutsiyet ifade ettiği için bir önem ifade etmektedir.

HUBYAR  SOKUSU

             Hubyar’ın Sokusu 2 adet olup birisi Hubyar’ın yaylasında, diğeri de Hubyar Köyü’nün içindedir. Yarma ve buğday’ın döğüldüğü taştan yapılma büyükçe bir oyuğun olduğu taş kütledir. Dikey sütunlu taş oyuğu şeklinde olan Soku’ya, iki kişinin karşılıklı olarak ellerindeki ağaç tokmakla vurularak, arada bir su da ilave edilerek buğday kabukları çıkarılır.

             Sokular; üretimi ve bereketi temsil ettikleri için kutsal kabul edilirler. Sokular özel bir yerde bulunur ve çevresi temiz tutulur. Mahsülün bol olması ve Hızır’ın elinin sokuya değmesi için  cuma akşamları mumlar yakılır.  Buğdayın bereketli ve hayırlı olması için dilekler dilenir. Hızır’ın çoluk çuçuğun nafakakına yardımcı olması için dualar edilir.

HUBYAR ÇAMI VE AĞAÇ KÜLTÜ

              Hubyar Çamı Bekülü mezrasının üst kısmındadır. Görkemli bir çamdır. Hubyar’ın Bekülü’de bulunan Bek Dede ile oturup sohbet ettiği yer olarak bilinir. Bu çam ağacına bez parçaları bağlanır. Ziyaret edilir. Kurbanlar kesilir. Dilekler tutulur. “Hubyar Çamı”na havalar kurak gittiğinde zaman yağmur duası için gidilerek dibine kurbanlar kesilir, gülbanklar ve deyişler söylenir, niyaz edilir ve Hubyar Semahı dönülür

             Ağaç, Alevi toplumu için kutsal sayılır. Genç ağaç ve meyve ağaçları kesilmez. Yaşlı ağaçlarda kesildiğinde, önce ağaça dua edilerek bir serononi ağaç kesimine başlanır. Yörede kuşburnu, yabani erik ve armut  ile karamuk gibi ağaçlar kutsal kabul edilerek kesilmez. sadece kuruları ayıklanır.

             Sıraçlar “Hubyar Çamı”nı şu nedenlerle ziyaret etmektedirler:

√Kısmetlerinin bağlandığına inanan genç kız ve oğlanlar, buraya gelerek çamın etrafında üç kere “Hak-Muhammed-Ali” diyerek döner, dua edip, üç kez çamı öpüp niyaz ederler.

√Her hangi bir nedenden korkan çocuklar “Hubyar Çamı”na getirilerek çamın etrafında gülbank söylenerek gezdirilir, kamgasından üç, yedi, oniki gün küçük parçalar halinde yedililir.

√Çocuğu olmayan ve çocuğu yaşamayan kadınlar “Hubyar Çamı”nın dibindeki yaprak veya kamgalarından ıhlamur veya tarçına karıştırılarak ve suya katarak üç gün aç karnına içerler.

√Çeşitli sıkıntıları olanlar, dilek ve isteklerinin yerine gelmesi için “Hubyar Çamı”na gelerek bildirler ve adaklar adarlar, reng renk çaput bağlarlar.

YÖREDEKİ BAZI ZİYARET VE ADAK YERLERİ

               Türkmen Alevi inanç motiflerine ilişkin Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak ve Burhan Oğuz’un araşırmaları, bize yol ve yöntem göstermelerinin yanı sıra tarihsel kökenleri açısındanda önemli bilgi ve bulgular vermektedir.(4) Aşağıda vereceğimiz ziyaret yerleride İslam öncesi Türklerin geleneklerinin ve kültür tarihinin Anadolu’daki izleridir.

          1) Ürferlik; Gamiccek mezrasındadır.

          2) Çifte Gözler ;

          3) Fırkıllı Evliya ; Yayla yolu üzerinde Ağca Dedenin altında sarı bir taşdır.

          4) Hubyar’ ın Kurbancısının   Mezarı ; Tekke mezrasında Hubyar’ ın birlik evi olarak bilinen evin önündedir.(Mehmet Çelik’ lerin evi)

          5) Çetirez, ; Hubyar Topraklarına  girişte bulunan ilk evliyadır.

          6) Ağ Cöferlik,

          7) Zor Taşı,

          8) Mıhlı, ; Gürgen çukurunun girişindedir. Büyük bir kayalık yerdir.

          9) Yürek Dede,

         10) Hubyar’ın  atının izi  ; Yayla yolu üzerinde Orta yayla mevkiindedir.

         11) Kara evliya, ; Yayla yolu üzerindedir. Sırtınını veren insanların sırt ağrılarının geçtiğine inanılır.

         12) Gönül ananın mezarı, ; Tekeli dağına çıkışta Meydan denilen yerdedir. Gönül Ana Hubyar Sultan’ ın eşi, Yalıncak Sulan’ ın kızıdır.

         13) Asa pınarı, ; Tekeli Dağının hemen eteğindedir. Oldukça soğuk bir suyuvardır.

         14) Bek Dede, ; Bekülü mezrasındadır.

         15) Yağlaş Dede, ; Yayla yolu üzerindedir. Hazine olduğu gerekçesiyle birkaç defa sökülmüştür.

         16) Ağca Dede, ; Yayla yolu üzerinde bir taş yığınıdır.

         17) İsmail Dede, ; Gürgen çukurunun tepesindedir. Taş yığını vardır.

         18) Çermik, ; Hubyar Değirmeninin üst tarafında bulunan su gözesidir. Kutsal kabul edilmektedir

               Hubyar Tekkesi Şeyhlerinden Şeyh Hıdır’ ın  Hubyar da bulunan kutsal ziyaretler üzerine söylemiş olduğu bir deyişi:

  Muhammed mescitden yürüdü nice

  Düştük gurbet ele çıkart bir uca

  Kavuşturan sensin hem koca koca

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Çetireze geldik eyledik niyaz

  Ağ cöferlik üstü yanda görünür beyaz

  Mümine yaz düşmüş münküre ayaz

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Zor Taşı’na geldim görmedim zoru

  Yönümüz Hubyar ‘a gidiyor doğru

  Hizmetine gelsin Hüseyin oğlu

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Mıhlı’ya geldim ki çakılı Mıhı

  Ordan destur aldım giyindim zırhı

  Gürgen Çukuru’nda görünür kırkı

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Kılıçkesen‘e gelip kılıcını alınca

  Müjdeciyi ileriye salınca

  Dağ taş şadıman oldu mülkün sahibi gelince

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Argulu Baba’da agrıyı attım

  Ol Hızır Nebi’nin elinden tuttum

  Nefsimi öldürdüm mevlaya yettim

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Dermağu Dede‘de dertler dermanı

  Hızır Sersem‘inen aldık fermanı

  Hıdır Ellez’inen sürdük irfanı

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Ta ezelden böyle gider yolunuz

  Hasan Abdal Hüseyin Abdal oğlunuz

  Analar içinde Gönül Ana doğrunuz

  İsmail Dede‘den Yağlaş Dede‘ye

  Değirmenden niyaz kıldık hüdaya

  Şükrolsun üstümüze çağıyor günü

  Yedi koyunun sütüynen öğüttü unu

  Haram ot yemezdi yedi koyunu

  Yerse de bilirdi onun huyunu

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Çermiginde yedi kızlar var idi

  Onların içinde uruf binidi

  Erler yerde yatmaz kalktı yürüdü

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Ağca Dede niyaz kıldı pirine

  Urkütte ayırdı koydu birini

  Meydanda gördüm Gönül Ana’nın yerini

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Çıkar meydanına meydan eylerim

  Dokuz evliyana kurban eylerim

  Talibini daharını seyran eylerim

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Asa pınarı da asmaya bakar

  Talibin daharın üstüne akar

  Akıllı evlat atasının ocağını yakar

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

  Kul Hıdır’ ım mülkün sahibi Ali

  Kılavuz önümde Bektaş-ı Veli

  Kuşca kuş olsa yuvayı bulu

  Kavuşturan sensin Hubyar Dede’m

Kaynak : Hubyar Sultan Ocağı ve Beydili Sıraç Türkmenleri – A.KENANOĞLU – İ.ONARLI Hubyar Sultan Derneği Yayınları 1

Önemli Not : Bu Makaleyi kullanırken lütfen kaynak göstermeyi unutmayınız.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir