Anadolu Aleviliği
Türkler İslamiyet’i IX. ve X. yüzyıllarda tanıdılar. Hayli uzun ve yorucu bir tanışma dönemi yaşadılar. Kanlı, savaşlı, gerilimli, acılı bir tanışma döneminden sonra İslamiyet’i kabul ettiler. Daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldılar. Kabul ettiklerinde ise İslam’a mal edilen Arap milliyetçisi unsurlara yer vermediler.Tanıdıkları İslam’ı gözden geçirdiler. Kendi kültürleri ile uyumlu hale getirmeye çalıştılar. İslam’ın bazı özelliklerini kabul ettiler. Bazılarını etmediler.
Bedevi Arap toplumu için konan kurallar, kendileri için yabancıydı. Türkler ve o coğrafyadaki diğer milliyet mensubu halk, İslamiyet’i kabul ederken kendi geçmiş kültürleri ile yeni bir sentez oluşturma yoluna gittiler.
İşte, Anadolu Aleviliğinin orijinalliği, yani başka bir İslam ülkesinde aynısının olmaması bu oluşumdan, tarihi yolculuğu farklı bir kulvardan yapmış olmasından ileri gelmektedir. Anadolu halkı, geçmiş uygarlıklarıyla Horasan üstünden gelen İslam’ı, yeni bir yapılanmaya tabi tuttu ve farklı bir sentez oluştu. İslamiyet’in Anadolu ile tanıması Anadolulaşması gerçekleşince, İslamiyet Anadolu’ca konuşmaya başlayınca, “Haz. Ali, Dede Korkut ve Homeros Dede” Anadolu’da tanışıp bütünleşince Anadolu Aleviliği denen oluşum gerçekleşti.
Eski Anadolu halkları ve Türkmenler Emeviler’in Arap ırkçılığını ve İslam şovenizmini temel alan yaklaşımından rahatsız olurlar. Çünkü Emeviler, Araplar dışında Müslüman olan toplumlara hor gözle bakarlar. Asıl Müslüman’ın kendileri olduğunu kabul ederler. Kendilerinin birinci sınıf Müslüman, diğer halkların ikinci sınıf Müslüman, “Mevali Müslüman”, Arap olmayan Müslüman olduklarını söylerler.
Türkler İslamlığı IX. yüzyılda kabul ederler. Anadolu’ya ise IX. yüzyıldan itibaren çeşitli göçlerle geldikleri bilinir. 1071’de ise, Alparslan komutasındaki Bizans ordusu ile savaşır ve
Türkler “Malazgirt Zaferi” olarak nitelenen savaş ile Doğu Anadolu’ya girerler.
Tabii ki, Türklerden önce Anadolu boş değildi. Anadolu 10 bin yıllık bir tarihe sahiptir. 1071 Anadolu medeniyetleri tarihinde, yakın bir tarih sayılır. Türkler Anadolu’nun son konuklarıdır. Onlardan önce 10.000 yıllık Anadolu medeniyetleri tarihi inkâr edilemez. Çünkü, bu tarih de Anadolu insanlarının tarihidir. Tıpkı Orta Asya gibi, Mezopotamya gibi.
İşte bu göçler ve başka yollarla Anadolu’ya giren İslamiyet, kendisiyle birlikte, Hz. Ali’ye yapılan ve yukarı da sözünü ettiğimiz lik haksızlığı tepki temelinde gelişen geleneği de beraberinde getirir. Bu haksızlık, dediğimiz gibi Anadolu Aleviliğinin oluşmasında ki üç kaynaktan biridir.
Anadolu Aleviliğinin oluşumundaki ikinci etken, Türkistan ve İran gibi Doğu din ve kültürlerinden gelen etkidir. Çünkü göç yolları ile ve diğer yollarla Anadolu’ya gelen Türkmenler ya İlam olmuşlardı ya da İslamiyet’ten önceki çok tanrılı doğu dinlerinin etkisi altında idiler: Bunların birkaçı Şamanizm, Zerdüşt, Buda, Manihaizm ve Hıristiyanlık öncesi çok Tanrılı Doğu dinleri, Taoizm vs.
Doğudan, Türkistan’dan gelen Türkmenlerin kendi kültür miraslarını vs. birlikte getirmemeleri mümkün değildir. Bu izleri bugün bile görüyoruz. Bizdeki tasavvuf inancı ile Buda inancı arasında benzerlik olduğu kuşkusuzdur. Manihaizm ile Alevilik arasındaki inanç benzerlikleri de hemen görülür. Şaman dininden gelen Güneş’e, tapınma vs. bugün Anadolu’da Sünni ve Alevi halk arasında hâlâ yaşıyor. Türklerin Orta Asya ve Maveraünnehir’de İslamiyet’i tanımalarından sonra büyük Türk mutasavvıfı Hace Ahmet Yesevi, tasavvuf inancı yanında İslamiyet’i de kabul eder. Ama tarikatını, tekkesini kapatmaz.
İsmaliyet’te Tanrıdan başka bir varlığa tapınmak yasaktır. Ama Türkmenlerde yüksek tepelere, sulara, ulu ağaçlara, yatırlara kurban kesilir, ip bağlanır, lokma yapılır, ateş yakılır. Ateş yakılan ocaklar kutsal sayılır. Suyu kirletmek günah sayılır vs.
Yani, Türkler İslamiyet’i kabul ederler ama, daha önceki kültür miraslarını, inançlarını terk etmezler. İslamiyet’i benimseseler de, eski inançlarından vazgeçmezler.
İşte Anadolu’ya gelen Türkmenlerin ve diğer halkların getirdikleri inanç sistemleri, ve kültürleri, Anadolu Aleviliğinin ikinci kaynağı oluşturmaktadır.
Nihayet üçüncü kaynak da, Eski Anadolu din, inanç ve kültür mirasıdır. Üzerinde yaşadığımız toprakların 10.000 yıllık tarihi, Anadolu medeniyetleri tarihidir.
Anadolu’da 1200 yıllarında oluşan ve Anadolu dışında birçok kültürün izlerini taşıyan Anadolu Aleviliğinin, 10.000 yıllık Anadolu medeniyetleri tarihinden bir şey almadığını söylemek mümkün değildir.
Nitekim, bugün Anadolu Aleviliğinde gördüğümüz birçok inancın izlerini çok Tanrılı Anadolu dinlerinde, hatta Hıristiyanlıkta görüyoruz.
Bektaşiliğin kurucusu sayılan, Hacı Bektaş Veli ve Kadıncık Ana arasındaki ilişki, İsa-Tanrı ve Meryem Ana arasındaki ilişkiyi anımsatmıyor mu?
Cem ayinlerinde kutsal sayılan ve azı yörelerde “dem” kabul edilen şarabın Hıristiyanlarda da kutsal sayılıp kilisedeki ayin sonunda ekmeğin ona batırılıp yenmesi, Noel’de Haz. İsa ruhuna şarap içilmesi arasında bir ilişki kurulamaz mı?
Gene; Haz. İsa ve 12 havarisi, Haz. Ali ve 12 İmamlar olayı rast gele bir benzerlik midir acaba? Üstelik bunlara benzer daha yüzlerce örnek verebiliriz.
Örneğin, şarabın Orta Anadolu’da kurulmuş Frigoya, Lidya medeniyetlerinde olduğu gibi, aynı bölgede gelişen Bektaşilikte de kutsal olmasına ne demeli?
Bunlardan, Anadolu Alevilerinin büyük çoğunluğunun, Müslümanlığı sonradan benimsemiş Anadolu halkları olduğu sonucu çıkmaktadır. Bunların Müslümanlığa, Bektaşiliğe eski inançlarını da taşımaları çok doğaldır. Doğan Avcıoğlu bu gelişmeyi şöyle izah ediyor:
“Hacı Bektaş ve Halifeleri, İslami çerçevede Anadolu Hıristiyanlarının inançlarıyla, Orta Asya geleneklerini bağdaştırarak, Ortodoks İslam’a uzak düşen göçebeleri ve köylüleri saflarına toplarlar”.
Alevilik olayına salt dinsel bir bölünme olarak bakmamak lazım. O bir yanı ile dinsel olmaktan çok toplumsaldır. Ama salt toplumsal siyasal bir akım olarak ele almak da yeterli değildir. Çünkü güçlü bir dinsel yanı da vardır.
İslamiyet içinde hilafet meselesindeki haksızlığa ilk karşı koyanlar Ali yanlısı Araplar oldu. Bu karşı koyuş İslamiyet’le birlikte yayıldı. İran’a gitti, Şiilik oluştu. Pakistan’da bu kaynaktan beslenen İsmail iye mezhebi hâlâ yaşıyor. Afganistan’da Şii veya İslamiyet içindeki bu akım Mısır’da Fatımi devletini doğurdu ve Fatımilik hala da yaşıyor. Şiilik günümüzde gerek İran’da Humeyni önderliğinde, gerekse bazı Ortadoğu ve Arap ülkelerinde yaşıyor. Ama Anadolu Aleviliğinin adı geçen bu Şia akımlarla Haz. Ali ve Ehlibeytine olan saygı ve sevgi dışında ortak bir yanı yoktur.
Anadolu Aleviliği bir yaşam biçimidir. Anadolu’da Alevilik kendine özgü bir kültür olayıdır. Bir kimlik meselesidir. O dinsel olmaktan çok, ırksal olmaktan çok toplumsal bir akımdır. Adeta bir hayat felsefesidir.
Anadolu Aleviliği, Ali ve Ehlibeyt sevgisini, insan sevgisini, kardeşliği, hakça bölüşümü, eşitliği, özgürlüğü her türlü toplumsal haksızlığa karşı olmayı kendine erdem edinmiş bir dünya görüşüdür.
Bugün çağdaş demokratik teorilerin aradığı erdemleri, Alevilik 700 yıldan beri Anadolu’da her türlü bağnazlığı karşı yılmadan mücadele vererek sürdürmektedir.
Alevilik bu özelliğini, yaşadığı tarihsel-toplumsal sürece borçludur.